Röportaj
09 Eki 2014 09:27 Son Güncelleme: 10 Oca 2019 01:58

Türkiye’yi tasarladı gözünü dünyaya çevirdi

Türkiye’de ve dünyada Sapphire, Kanyon gibi ödüllü projelere imza atan Tabanlıoğlu Mimarlık, rotasını uluslararası arenaya çevirdi...

Türkiye’yi tasarladı gözünü dünyaya çevirdi
Sapphire, Kanyon,  Zorlu Center gibi görkemli binaların mimarı Tabanlıoğlu Mimarlık’ın ortağı Melkan Gürsel Tabanlıoğlu ile işin sırrını emlakeki.com olarak konuştuk...



** Tabanlıoğlu mimarlık nasıl doğdu?
1990’da Murat Tabanlıoğlu’nun babası Hayati Tabanlıoğlu ve kendisi, bir araya geliyorlar. Gerçi Hayati Bey 50 küsür senedir mimari projeler üreten Türkiye’deki önemli mimarlardan bir tanesi. Hatta çağdaş mimari adına hayatını ortaya koymuş bir adam. 1990’da ‘artık zamanı geldi biz kurum halini alalım’ diyorlar ve Tabanlıoğlu Mimarlık’ı kuruyorlar. 1994 yılında Hayati Bey vefat etti. 1995 senesinde de ben Barcelona’da master yapıyordum bitirdim ve döndüm ben de katıldım bu gruba. Ondan sonraki süreçte de Murat’la birlikte devam ettik. Açıkçası 1994’te girmiştim de denilebilir. Bir projede Murat’la tanıştık Murat’la; 1995’te de resmi olarakta girdim.



** Dünya çapında projeler yapıyorsunuz. Bunları yaparken nelerden ilham alıyorsunuz nasıl yapıyorsunuz?
Biz en çok insandan ilham alıyoruz. Sonuç olarak projelerimiz insanlarımız için. Mimari projeleri, ne kadar iyi yaparsanız yapın, birinci olarak çevreye uyumlu olacak. O çevrenin bir takım verileriyle bir şekilde iletişim kuruyor olacak ve tabiki iklim de bunun içinde. Oranın daha önceki mimari dokusu bunun içinde. Tabiki estetik olarak da bir değer katacak.

Bu bir şehirse şehir,Objeyse obje… İyi bir mimari proje ortaya koyacaksınız bu süreçte çok iyi bir mimari disiplin proje gerektiriyor. O mimari projenin aynen hayalinizdeki gibi gerçeklerşmesini sağlayacaksınız. Esasında kullanıcılar var. Bunlar da insan. Mimar bazen bir müzikten etkilenir, bazen bir resimden etkilenir, belki yaşadığı bir olaydan etkilenir; bunun bir kuralı yok. Biz bunların hepsinden etkileniyoruz. Esasında çok fazla etkileşim kuruyoruz. Bunların hepsinin toplu olarak bizlere katma değeri var. Tabiki bunun haricinde en fazla ilham veren şey insandır. Çünkü  içinde kimlerin yaşayacağını hayal ederek yapmak, bu insanların da iyi suratlarını düşünerek yapmak… En çok bu motive ediyor diyebilirim.



** Son zamanlarda kentsel dönüşüm projeleri var. Tabi sizing de bazı kentsel dönüşüm projelerinde imzanız var. Sizce kentsel dönüşüm bu kadar gereklimiydi veya layığınca yapılıyor mu?
Kentsel dönüşüm gerekli bir şey ama tabiki alelacele kararlarla yapılmaması gerekli. Bir kere master plan yapılmadan imara açmak çok tehlikeli. Bu tür yerleri planlama belediyenin işidir. Ondan sonra bir takım müteahhitler gelir, o planları alır ve ona göre bir takım işler yaparlar.

Fakat burada en büyük problem, bir kaç tane kentsel dönüşüm projesinde rastlıyoruz ki projeler master plan yapılmadan bir takım imar izinleriyle inşaata açılıyor. Tabi siz, kendi düşünceniz doğrultusunda orayı dizayn edip proje yapmayı düşünüyorsunuz ama belki de yan parseldeki sizinle aynı şeyi düşünmüyor. Bu tabi bizimde başımıza geldi. İlk yaptıgımızda Fikirtepe’de herkese bir mektup yolladık. Oradaki toprak sahiplerinden arsa alan bütün müteahhitleri davet ettik ve hepsinin birleşmesini öngördük. Dedik ki ‘bakın, birleşin… Herkes kendi kafasına göre bir şey yapmasın. Burada Ataşehir gibi kilometrelerce duvarları olan gettolar oluşmasın.’

Sonuçta, 1 milyon metrekarelik bir bölgenin tekrar rehabilite edilmesinden bahsediyoruz. Burası caddeleriyle sokaklarıyla, kafeleriyle, bahçeleriyle , kültür alanlarıyla, alışveriş alanlarıyla, eğitim kurularıyla bir bütün olsun. Hani Bağdat Caddesi gibi… Orası yakın bir örnektir çünkü. Bize bir takım öngörülerde bulunulsun diye bunu yaptık. Sonuçta hepsi bu çağrıya uyup geldiler, görüştüler. Herkesin bir takım planları var. Herkes planları doğrultusunda bir an önce yapıp bitirmek istiyor. İş böyle oluncada bazı şeylerin o kadar da hassasiyetle yapılamadığını göremiyorsunuz.Tabi bazı yerlerde hızlı dönüştürülsün diye bazı yerlerde imarda cömert davranılıyor.

O konuların çok iyi planlanması, alt yapı sorunların çözülmesi gerekiyor. İstanbul’da biliyorsunuz bir çok yerde alt yapı sorunu bulunuyor. Görmediğimiz borulama sisteminden tutun da trafiğe kadar. En başta trafik… En büyük dertlerden birtanesi. Bunların hepsinin düzeltilmesi gerekiyor. Yeni inşaat alanları açmaktansa mevcut yapıların alt yapı problemlerinin çözümlenmesi gerekiyor. Siz mesela gecekondularla kaplı bir yerde dönüşüm yapıyorsanız farklı, Tarlabaşı gibi bir yerde yapıyorsanız tutumumunuzun farklı olması lazım.



** Mesela tarihi bölgelerin korunması gerekmez miydi?
Halkın kendi isteğiyle yapmış olduğu dönüşüme çok büyük saygım var. Biz aşağı yukarı 17 senedir buradayız. Biz de sonuçta rehabilite olan bir binada yaşıyoruz. Buraya geldiğimizde ortada çok farklı bir görüntü vardı. Açıkçası Beyoğlu’nda kültür ve sahip olduğu değerlerin bir şekilde ortaya çıkacağına inanıyorduk. Bu her yerde böyle olmuştur. Yapılan şey ilk etapta değer görmez ama daha sonra gerektiği değeri ve yerini bulur. Burası içinde aynı şey oldu.

Herkes keşfetmeye başladı. Buranın değerini, bu bina mesela altında başka fonksiyonlar vardı ama biz burayı ofis binası olarak kullanmaya başladık  ve zaman içinde bu bölgenin nasıl değişim göstereceğine de tanıklık etme fırsatı bulduk. Yan tarafımız pavyondu,  sonra gece kulubü oldu, sonra caz kulubü oldu. Öbür tarafa bakıyorsunuz restorandı, sonra vitaminli meyve suları satan bir yere dönüştü. Bir bakıyorsunuz halk kendi kendine sosyal bir değişime girmiş. Eskiden fuhuştan dolayı girilemezdi ama artık burada hepsinin çok demokratik bir anlayışla birlikte yaşadığını görüyoruz. Bence bütün dönüşümler de bu şekilde yapılmalı. Buradaki insanları kaldırıp başka yerlere atamazsınız Sulukule’de olduğu gibi. Burası sadece Tarlabaşı’ndaki binaların yıkılıp yeniden yapılmasından ibaret değil.

Mesela Talimhane… Buranın çok yakınında ama hiç birimiz gitmiyoruz. İstanbul’lu olmayanların bulunduğu bir bölge haline geldi. Ama Tarlabaşı tam tersi. Burada Beyoğlu’nu sevenler var. Barışçıl ve sivil insiyatifli dönüşümler başarılı oluyor.

Şuan orada çok büyük bir ada dönüştürülüyor ama açıkçası çokta umutlu değilim o adanın buraya katacağı değer anlamında.

Bu binalar ikinci dereceden tarihi eser de olsa buraların bir dokusu var. Bir şeyin yenisini yapmak çok kolay ama bir şeyin eskiden yapılmış olanını yapmak çok zor. Başka türlü mimari yaklaşım var bu binalarda. Tabi beyoğlundaki projeler bitmeden konuşmak çok zor her şey dışardan görüldüğü gibi olmayabiliyor. Mesela o binalarda merdivenler özeldir. Geçme tekniğiyle yapılmıştır.

** Peki dünyada nasıl yapılıyor dönüşüm?
Çok bilinçli yapılıyor. Eski binanın yanında yeni binada var ama bu yeni bina bugünün teknolojisiyle bile yapılıyor olsa yanındaki binaya proporsiyon olarak. Yeni binayı da görüyorsun eski binayı da baktığın zaman. O lair’ı okuyabiliyorsun. Bu çok önemli birşey. Biz mesela İstanbul Modern’i dönüştürdüğümüz zaman, Antrepo Sedat Beyin yaptığı ama Tabanlıoğlu’nun izi olan yeni anlayışı da görüyorsunuz. Eski mevcut binayı okuyorsunuz, onun üstüne eklenenleride görüyorsunuz. Aynı şekilde dönüşümlerde bu şekilde olmalı.



** Neden bu dönüşüm Türkiye’de olmuyor?
Türk toplumu nereden geliyor, bir ona bakmak lazım. Biz göçebe bir kavimiz. Bugün bir DNA ile olmuyor. Bu DNA’lar da senelerce eğitiliyor, ondan sonra doğanlar başka birşey oluyor tabi.  Biz 16 17. Yüzyıl’da  küsmüşüz ve yüzyıllardır sanatla, estetikle iç içe olmayı reddetmişiz. Şimdi insanların bambaşka bir karekterde olmasını bekleyemiyorsunuz. Eğitim programları bu konuda çok önemli. Globalleşen dünyada eğitim programları bu konuda desteklenebilir.

** Bir mimarsınız ve tasarımlarınız var. Yarınlar hakkında bir öngörünüz var mı? Yeni dönem inşaatlar mimarlığı daha mı ortaya çıkardı?
Ülke politikasında inşaat çok önemli bir yere oturduysa tabiki mimarların önü açılacak. Tabiki inşaat olacak ki mimarlarda proje yapabiliyor olsun. Ama şöyle birşey de var herşeyi başı boş bırakırsanız bunu ne mimarlara yükleyebilirsiniz ne başka bir iş koluna.

Önemli olan projenin güzel olup olmamasından ziyade bulunduğu bölgeye uyumlu olup olmamasıdır. Bugün biz neyi tartışıyoruz; bir binaya bakıyorsunuz yüksek, çok güzel mimarili bir bina ama bulunduğu yere bir bakıyorsunuz. Onun orada olmaması gerekiyor ama izin verilmiş bir taraftan da. Onlar da bir sorun şimdi.

Ama Türkiye’deki mimarlara yakın geçmişe göre çok daha umutlu bakıyorum açıkcası. Herkes kendisini geliştirmek zorunda kalıyor. Bir rekabet ortamı var. Mesela ilk sergimizi Londra’da yapmıştık. Bunun bir nedeni var o da; Türkiye’deki mimarlar olarak ‘burada oturarak hiç birşey olmaz’ dedik. Biz gidelim dünyada tanınalım, orada bir isim yapalım ki Türkiye’deki mimarların önü açılsın.’ Dünya arenasında, o anlayışla yine bir sürü fuarlara sempozyumlara katıldık.

Bu konuda, basında sağolsun bizi yanlız bırakmadı. Döndüğümüzde Londra’daki sergimiz, 4 tane ana sayfada bahsediliyordu. Tekil hiç bir şekilde var olmaya alışmamak gerekiyor. Toplu olarak bir hareket varsa sizde buradan payınızı alırsınız. Biz bu işi yurtdışında başladık ki Türk mimarlar konuşulsun. Değerimiz daha da artsın. Sonuçta hükümet politikasının da mimari ile ilintili olması dahil bir çok girişimin önünü açtı.

Öncülük yaptık kelimesi çok iddialı bir laf ama öncülük yapanlardan birisi olduğumuz kesin. Biz Türkiye’deki mimarlığın çok konuşulan bir sektör olması için çok çaba sarf ettik. Bu konuda çok entellektüel çevrelerden çok ciddi destekler aldık.

Bu konuda duyarlı destekler gördük ve mimarlık konuşulan hayatımızda yer alan bir meslek dalı oldu. Tabiki propaganda meselesi. Türkiye’de bir imar hareketi var ciddi anlamda imarın olduğu yerde mimarında olması normal.

**Türkiye’de yapılan projelerle yabancı ülkelerde yapılan projeler arasında çok farklılıklar var mı? Yani yaptığımız binaları Türkiye’ye uyarlayabiliyor muyuz?

İspanya’yı koyun, İtalya’yı koyun, Amerika’yı koyun hepsi birbirinin aynısı. Esasında globalliğin getirdiği hızlılık var. Fazla iletişimin getirmiş olduğu bir bolluktayız şu anda. Fazla iletişim insanların arasında psikolojik sorunlara neden olmaya başladı.

O yüzden bir çok yerdeki mimaride birbirine benzedi. İyi bir mimar var olmak istiyorsa, bırakın birisinin kopyasını yapmayı… Çünkü dünyada böyle şeyler  kabul edilmez. Hatta sizin kafanızdaki projenin bir benzeri yapılmışsa eğer ki, bu bizim başımıza geldi, asla o projeyi yapmazsınız.

Bizim bir projemiz çizildi, hazırlandı iş verenimiz de çok beğendi ama biz daha yayınlamadan o projenin çok benzerinin yapılmış olduğunu gördük. Biz de bir şekilde projemizi geri çektik. ‘Böyle bir bina var’ diye değiştirdik. Siz işi bitiriyorsunuz ama öbür tarafta adam çok daha hızlı hareketle taklit ediyor, yayınlıyor. Siz hala dizayn işindesiniz.

O zaman onda da değiştiriyorsunuz. İyi mimari gruplar hiç bir zaman taklit yapmaz. Dünya farklı ama mahaller arası bile alışkanlıklar farklı. Bugün Nişantaşı’nda oturan adamın yaşamıyla Ümraniye’de oturan adamın yaşamı farklı. O yüzden ona göre mekanlar üretmek zorundasınız. Büyükdere Caddesi’nde Sapphire, Kanyon, Loft bizim projemizdir. Üçü de birbirinden farklı üçünün içinde de konut var. Hepsinin kullanıcı profile farklı, yaşayanların anlayışları farklı.



** Son zamanlarda sektörde bir balon söylentisi var. Sektörün hızı artacak mı yoksa bir yavaşlamaya gidilecek mi?
Genel olarakta çok fazla arzın olduğu bir durumda, büyük bir arz var. Bu arzın nereye gideceği herkesin kafasında bir muamma. Bu gayrimenkulün çok hzlı olduğu bir dönemde olsun veya çok daha mütevazi geçirdiğimiz bir dönemde olsun farketmez. Her zaman akıllı projelerin her zaman değerlerini koruyarak yaşayacağını düşünüyorum. Bu bir inşaat balonu değil, inşaatın balon projeleri de olabilir. Bunlar her sektörde var ve bir şekilde eleniyor. Bir bakıyorsunuz ilk başta çok ciddi bir talep oluyor, sonra patır patır dökülüyorlar. Böyle olmak istenmiyorsa bu işin görkemine kapılmamak lazım. Bu iş böyle yapılmaz akıllı proje, her zaman karşılık bulur. Çok sansınız varsa kötü projeylede karlı çıkabilirsiniz.

Sapphire, Kanyon gibi görkemli projeler nasıl ortaya çıkıyor? Anlaşılmazlıklar oluyor… Hatta kavga da ediyoruz. Aklınıza gelecek bütün felaketleri yaşıyoruz biz aslında. Ama biz böyle var olmayı biliyoruz, başka türlüsünü bilmiyoruz. Biz 20 senedir bu ofisteyiz ve biz başka türlü yaşamanın nasıl olduğunu bilmiyoruz. Demek ki keyif alıyoruz,  ve hiç bir uzun tatilden de zevk almıyorum şahsen.


** Şeytanın avukatlığını yapan var mı hata arayan eleştiren?
Biz de herkes öyle. İlk once yapılmak istenen işi, kendimiz beğenmeliyiz. Biz beğenmezsek başkalarına beğendirmeye çalışmıyoruz. İlk müşteri biziz!

** Yapmak istediğiniz ama yapamadığınız proje var mı?
Türkiye haricinde dünyanın önemli bir şehrinde önemli bir projeyi yapmak isteriz. Daha doğrusu çeşitli ülkelerde yapmış olduğumuz projeler var. Ama Türk mimarlar Avrupa’da hiç bir şey yapamıyor. Bir takım kısıtlamalar var. Mesela yarışmalara katılamıyoruz. AB üyesi olmanız gerekiyor veya orada birisine ortak olmanız lazım. Kendi isminizle var olamıyorsunuz. Bütün bunlara inat dünyanın güzel bir şehrinde güzel bir projeye imza atmak isteriz,

**Central Park’ın tam ortasına mesela…
Yani orada yeşil yeşil boş boş duruyor tabii…

** Siz diğer bir değişle çok fazla verilen verileri topluyorsunuz ama Avrupa'da yaptığınız biz yapıyla...
Biz bu yapıları yaparken Avrupa’yla da yarışıyoruz. Bu arada loft viva tarafından dünyanın en iyi yapıları arasında seçildi mesela. Avrupa’sı Asya’sı öyle bir fark yok yani. Ama şu var yarıştığımız projelerdeki metrekare birim maliyetleriyle bizim maliyetlerimiz çok farklı. benim çok iyi dizaynör bir Fransız arkadaşım var. Projemize baktı bu sürmanşet yapılmalı dedi ki doğru. Biz mesela bir yarışmaya girdiğimiz zaman bizim karşımızda olan yapının kültür merkezi metrekare maliyetleri 15 20 bin dolar,  bizimkiler ise 5 bin dolar 6 bin doalr… Biz bunların 10’da biri marjlarla mücadele etmeye çalışıyoruz.  Bir malzemenin orjinalini kullanmak var, bir de elinizdeki bütçeye uyan benzelerini kullanmak var.

Bir şeyin kalitesini maliyet etkiliyor tabiki.  Çok iyi iş yapıyorsunuz ama o projeyi gidip koyamıyorlar. Bana geçen bir proje geldi. Dünyada iyi bir mimarın yapmış olduğu bir proje. Bir kolon etrafında süpürgeliksiz yapılmış. Hadi gelinde Türkiye’de süpürgeliksiz bir yer yapın bakalım… Onu da önemli bir detay olarak koymuşlar. O mimarın başarısı değil ki. O tamamen inşaatçının başarısı. Sizin bir detayı, bir dizaynı akıl etmiş olmanız, size birşey kazandırmıyor. Türk mimarlarının büyük bir avantajı var. Biz çok küçük bütçelerle yapılmış projelerimizle, dünyada büyük bütçeli olanlarıyla çarpışıyoruz ve kazanıyoruz. Bence bu işte en büyük artı değer çıkarılacak konu bu.

** Afrika projeleri nasıl bu anlamda?
Afrika projeleri de ayrı bir konu. Herşey buradan gidiyor ve zamanla yarışıyorsun. Biz zamanla yarışıyoruz, bütçelerle yarışıyoruz, işçiliklerle yarışıyoruz, bir de imar kuralları… Sağolsun eksik olmasınlar, bu kadar yapı, o kanunlarla nasıl yapılmış hayret edilecek şey, elinizi kolunuzu bağlıyor,
Bu kadar kuralsızlık… Bu kurallarla nasıl çıkıyor, bunu sorgulamak lazım. Demekki kuralları bir kere daha yorumlamak gerekiyor. Mesela siz balkon, teras izni verdiniz onu kapatma izni vermediniz. O zaman onu denetleyeceksiniz. O zaman ‘adam bunu yarın kapatır’ diye o izni vermiyorsanız, onun için gerekli denetimi ve cezalandırmayı yapacaksınız. Bu da mimarları çok daha özgür yapar. Bizim gerçekten elimizi kolumuzu bağlayan şeyler var.

**İstanbul’u yeniden tasarlasanız size verilse neleri koyardınız neleri koymazdınız?
İstanbul’da yapılarda çok ciddi bir mülkiyet problemler var. Bugün mesela Beyoğlu’nda bile çok ciddi mülkiyet problemleri var. Binalar Rumlar’ın mı yoksa bugünkü sahiplerinin mi… İstanbul’u tekrar planlama şansım olsaydı, bir kere bazı yerleri hiç planlamazdım. Kendi kendisine planlansın isterdim. Tarlabaşı mesela, Beyoğlu mesela, Dalan zamanında o Tarlabaşı’ndan bütün ölçekleri mahveden… O bulvarını ne yapardım bilmiyorum… Yani bunu yeniden planlamak lazım. Böyle bir bölgeyi planlıyorsanız, mesela tamamen yeşil alan olarak kullanılabilir. İzinlerin ve bitişik nizamların yeniden gözden geçirilmesi de olabilir. Bazı parselleri birleştirmeyi zorunlu kılarlarsa küçük küçük 40 metre 50 metrelik parseller tek tek ele alınabilir.

Bir de toplu olarak hepsinin ele alınması var. Orayı yıkardım burayı yıkardım değil de şehrin kimliğini bozmadan bir planlama yapardım.  Kadınlar botoks yaptırıyor, en güzel botoks hangisi? Hissetmediğin botoks… Bir bakıyorsun kaşı gözü kalkmış ‘neye benzemiş’ diyorsunuz.  Şehirlerde aynı şekilde. Genç duracak şehir! Diri duracak ama yapılmış durmayacak! Çünkü İstanbul öylesine yapılmış bir şehir ki, biz kaç senedir boz boza bitiremedik. Hala çok ciddi bir karekteri var İstanbul’un. Bu şehirlere dokunurken 10 kere düşünüceksiniz. 11. düşüncede yapacaksınız İstanbul’u. Mesela öngörünüm diye birşey var, gel boğaza bakalım… Buranın neresine öngörünüm yapacaksınız? Her yer tepe.

Bir yeri yapıyorsunuz, arkada 3 tepe. Sonrasında başka bir yapı yapacakken, çizgiyi bozmuş oluyorsunuz. O onun önüne giriyor. Onun için ben diyorum ki Kadir Topbaş çok akıllıca bir hareket yaparak, şehrin 3 boyutlu maketini yaptırıyor. Yani kesinlikle hızlıca olması gereken birşey. Allah’tan Google Earth çıktı da şimdi biraz 3 boyutta birşeyleri hissediyor ve görebiliyor olduk. Burası New York değil ki dümdüz parallel parallel 6. Cadde 7. Cadde peynir gibi yapın. Öyle bir durum değil burası. Burada grit yok koyamazsın, olmaz buraya. Zaten burada bir sürü lans cap var, yükseklikler var. İstanbul nazik bir şehir.

Ona böyle davranamazsın. İstanbul’u Istanbul yapan özelliklerden birisi bu zaten. İkonik bina lazım diyorlar istanbul’a. Gerek yok. Bugün mesela bir Tarihi Yarım Ada’ya bakın ikon, bir Galata Kulesi ikon bir Kız Kulesi ikon. Mesela o kadar yanar döner bir merve sepeti olmadan Önce Boğaziçi Köprüsü bir ikon… Bir sürü ikonu var İstanbul’un… Yeni ikonlar yaratmaya çalışacağımız yerde, eskilerin değerini yok etmeyecek bir yapılaşmayı genel ikonumuz ilan etsek çok daha faydalı olur.




** Balat’ı komple semt olarak ikon haline getirebiliriz mesela?
Balat’ı balat bırakarak tabiki yani özelliklerini katarak olabilir… Mesela onun karşı kıyısı yapılandırılıyor. Bugün Haliç diyorsunuz ,yapılanmaya uygun mu diye düşündürüyor? İşlevsiz olmamalı, açık olmalı. Bu tabi şehir stretajisi. Şehirde her semtte biçtiğiniz stretaji, her yeri canlı tutmak… O dur olması gereken. İlgiyi bir yere toplayıp diğer tarafları öksüz bırakmak olmaz. Bir şehrin bütün dengeleri içinde zengin bir alternatifler serisi yaratmalısınız.

** Mesela yeni Galata Köprüsü…
Ne olduğu da belli olmadı yamuk yumuk öyle duruyor. Bir tarafı böyle duruyor, bir tarafı böyle. Bari düzgün dursaydı duracaksa da. Ama hiç bir zaman ne yaparsanız yapın o, o değil yani…

Hiç bir yeni yapılanın, o eski anıları olan bir şeyin, şehrin hafızasında yer etmiş bir şeyin, bu bir köprüde olabilir bir binada… Bunların yerine yenileri konulduğu zaman çok ciddi etüt edilmesi gerekiyor.

** Vapurları soruyorlar, anket yapıyorlar, köprüleri de sorabilirler değil mi?
Tabi yeni bir köprü yapıldı. Neden öyle bir köprü yapıldı? Mesela bunların özel yarışma projelerine açılması gerek. Venedik’te bir köprü yapıldı ama kalkınamadı. Demek istediğim o…  Aynı şekilde İstanbul Boğazı, Haliç bir tane… Bunlar proje yarışmalarına açılabilir. Japonya Olimpiyat Stadı için yarışma düzenledi. Biz finalist olduk. Birinci olup Tokyo Olimpiyatları, bizim yapmış olduğumuz stadyumda yapılabilirdi mesela…

** Daha çok yarışma tarafında mısınız?
Bazı şeylerin yarışmayla yapılması lazım. Şehrin önemli alanlarında olan projeler, yarışmayla yapılmalı. Hatta enternasyonelce bir takım davetlerle yeterlilikler de olmalı içinde. Bakıyorsunuz sadece bir bina…  Yetmez ki. Yarışma ile projeler estetik kazanır. Konsept, projede mimar hayal ettiğin bir mimar değilse, hayal ettiğin gibi bir mimarsa… Daha bir sürü nokta. Çünkü o süreçte bir sürü ayağınıza takılan şey var, irili ufaklı taşlar var. Onların arasından geçip ipi göğüslediğiniz zaman ‘ben iyi mimarım.’ O kadar mühendis grubu var,  o kadar bütçe faktörü var. Bir şekilde iş veren isteklerinin ona göre dengelenmesi işi var. Bir projenin baştan sona kadar bir hayat hikayesi gibi işlenmesi gerekiyor. Projenin özel kişiler tarafından gözden geçirilip yarıştırılması gerekiyor.

** Aksi durumda fikir yarışması…
Fikir yarışmalarına da açız.. Nerelerden ne fikirler çıkıyor. Bugün bizim kadar oturmuş gruplardan çok daha iyi fikirleri olan genç gruplar var. Ama işi sonda bitiremiyorlar. Bu bir heykel değil. Heykelin maliyeti nedir? Kullandığınız malzemedir, bir de işçiliğidir. Ama bugün bir proje dediğiniz zaman, milyar dolarlar yatıyor bunun üzerine. Bunların altından kalkabilecek mimari bir otoritenin olması gerekli.  O yüzden de kuralların çok sıkı tutulması lazım.

** Türkiye’de yaşanması gereken şehir hangisi mimari açıdan en beğendiğiniz?
Sadece İstanbul değil. Türkiye’yi hatta dünyanın bir çok şehriyle mukayese ettiğinizde çok ciddi ağırlığı olan bir şehir İstanbul. Seçmeniz için bir çok nedeni var. Böyle bir nedeni varken zor tabi başka bir şehirle mukayese etmeniz. Ama bir ilk 3’üm var: İstanbul, New York ve Londra… Bugün dünyanın en önemli metropollerinden birisi İstanbul,  potansiyeli, dinamizmi, gençliği, çirkinliği, güzelliği her şeyiyle birlikte.

** Esasında bu biraz yaşamla ilgili birşey
Yaşam stilimiz var. Eksikliğimiz yok mu, var tabi. Ama bizi burada yaşamak için neden yaratan çok şey var.  Hırçın bir çocuk gibi İstanbul. Bunun yerine başka bir şehri koymak gerçekten zor.

**Mimari prensipler çerçevesinde gelişen bir şehir daha var mı?
Anadolu şehirlerinde çok güzel yerler olduğunu söylüyorlar. Ama tabi ben görmediğim için birşey söyleyemiyorum. Anadolu’ya çok hakim birisi değilim. Mesela Eskişehir çok fazla emek verilmiş bir şehir. Mesela Amasra çok güzel ama her yer aynı olmuyor. Mesela biz Samsun’a gitmiştik orada bir projemizin lansmanı için. Bizi 45 dakika gezdirdiler orada. İlk 5 dakikada bitti benim için iş.

Çünkü sürekli hep aynı mimari. Nereye gitsen karşına çıkan o aynı mimari. Aynı apartman modelleri, her yer aynı. Orada koskocaman Samsun’un eski bir fotoğrafı bulunuyor.  Hayran kaldım ‘şu şehrin hiç mi karekteri korunamaz’ diye düşündüm. Bir tütün fabrikası vardı mesela…. O bina nasıl gitmiş ve birden bire başka bir şeyler olmuş. O sokaklar, o caddeler, herşey ama… Düzeltilmesi noktasında orada da mülkiyet problem var.

** Mardin güzel bir şehir korunmuş. Mesela oralarda da var mı çarpıklaşma?
Bu tabi insanların birazda cahil olmasından kaynaklanıyor. Yaşadığınız yeri siz seçeceksiniz, siz yönlendireceksiniz. Birileri size yönlendirmeyecek. Büyükdere Caddesi mesela… Fabrika binaları dönüştürülüyor ve birden ofis binaları halini alıyor. Ondan sonra görüyorsunuzki gece hiç bir hareket yok. Aynı şey Sultanahmet için de geçerli. Onun için de iflah olmuyor o Yarihi Yarım Ada iflah olmuyor. Neden turistler için yapılmış orası?

Neden biz gitmiyoruz oraya o güzelim yerlere?  Millet dizilerden seyrediyor ama iki adım yol atlayıp da gitmiyor. Niye bizi çeken bağlayan bir şey yok orada? Mahalleli yok, bir endam yok. Oy atmazsa, oy atan adam yoksa, orası malesef hiç gelişmiyor. Neden? Çünkü başkanların da oraya bakışı başka türlü oluyor. Bu politikanın da gereği… Siz mesela kendi seçmeninizin olduğu yere mi daha çok hizmet edersiniz?  Bu otomatik bir his. Mahalleli olacak, hesap soracak, kendi hakkını savunacak. Yani sokağında oturmaktan zevk alacaksın evin kadar benimseyeceksin…